Falih Rıfkı Atay çözülmeye başlayan bir imparatorluğun kurtuluşu için sunulan reçeteleri, emir- komuta içinde hareket eden bir subay ve entelektüel kimliği ile incelemeye, irdelemeye çalışmıştır. Bu doğrultuda Falih Rıfkı tarafından yapılan ilk çalışma; İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sahada izlediği sansasyonel teknikler, Türk Ocakları ile olan entelektüel ilişkisi ve bölgenin kültürel yapısı dönemine göre sade, anlaşılır ve akıcı bir dilde ‘’Ateş ve Güneş’’ adlı eserde incelenmiştir. Ancak, savaş yıllarının yazarda ve yazara hamilik yapan Ahmed Cemal Paşa’nın üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler bu eserin basılmasını engellemiştir. Yazarın kendi ağzından işittiğimiz: ‘’Büyük Harbde Suriye idaresi için tek satır yazmamıştım, çünkü yalnız beğendiğim şeylerden bahsetmek lazımdı. Mütarekede ise, beğenmediğim şeyleri yazabileceğim için, Suriye hatıralarını bir yana bıraktım’’ (Atay, 2018: 9) ifadesi, İttihat ve Terakki’nin siyasi hayatının bitmesi dolayısıyla ortaya çıkan sürgün yılları için söylenmiştir.
Cihan Harbinin bitmesi ve Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlandırılması ile 1932 yılında Ateş ve Güneş eserinin müsveddesi üzerine ‘Zeytindağı’ isimli eser realist bir açıdan yazılabilmiştir. Falih Rıfkı Atay, bu durumu şöyle dile getirmiştir: ‘’Bugün her ikisini söylemek mümkün olduğundan, Zeytindağı’nı bastırıyorum. (Atay, 2018:9)
FALİH
RIFKI ATAY’IN HAYATI, GAZETECİ ve YAZAR KİMLİĞİ ÜZERİNE İNCELEME
YAŞAMI
1894 yılında Sakarya’da
dünyaya gelmiştir. Lise öğretmeni Celal Sahir Erozan ve Mercan Lisesinde
öğrenim gören Orhan Seyfi Orhon sayesinde edebiyata ilgi duymaya başlamıştır.
1908 yılında girdiği Darülfünun Edebiyat Fakültesini bitirmeden bir yıl önce
Servet-i Fünun dergisinde yazdı.Aynı yıl içerisinde Tecelli (1911) ve bir yıl sonra Kadın (1912) dergisinde Cenap Şahabettin’in edebi izinden giderek
şiirler yazmaya başladı. 1912 yılında Tanin
gazetesinde düz yazılar yayımlamaya devam etti.
1913 yılında Sadaret ve
Dâhiliye Nazırlığı kaleminde memuriyete başlayan Falih Rıfkı, Sadrazam Talat
Paşa ile çıktığı Bükreş seyahati sonrası Tanin için hazırladığı röportajlardan
dolayı edebi çizgisini şiirlerden ziyade düz yazıya yöneltti. Böylelikle
yazılarında ağır ve süslü bir dil kullanmak yerine sade bir Türkçe ile kaleme
aldı. Bu durum bütün edebi hayatı boyunca kendisini anı, makale ve röportaj
türünde eserler vermeye yöneltti. Devlet memuriyeti boyunca yaptığı geziler ile
Türkçülük fikrine yaklaştı ve edebi eserlerini çok daha sade bir dil ile
yazarak Türkçenin sade kullanımı ile ilgili basın dünyasının en usta
kalemlerden birine dönüştü.
Birinci Dünya
Savaşı’nın başlaması ile birlikte 4. Ordu Komutanı, Bahriye Nazırı ve Suriye
Valisi olan Ahmed Cemal Paşa’nın özel kâtibi olarak Suriye’ye yedek subay
olarak gitti. Subay kariyerliği boyunca yazınsal faaliyetlerine devam ederek
Ateş ve Güneş (1918) eserini kaleme aldıysa da eserini bastıramadı.
Savaşın bitmesine yakın
1918’de Ali Naci Karacan, Necmettin Sadık Sadak ve Kazım Şinasi Dersan ile
birlikte Akşam gazetesini kurdu. Türk Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen yazıları
nedeniyle Damat Ferit Paşa’nın başında bulunduğu hükümet tarafından takibe
alındı. Hükümetin uzantısı olan ve vatansever aydınları, askerleri yargılamak
için kurulan Kürt Nemrud Mustafa Paşa Divanı tarafından mahkeme edilip idama
mahkûm edildi. Yeni bir hareket olarak kurulan ve İkinci İnönü Zaferi ile tüm
dikkatleri üstüne çeken Ankara Hükümetinin faaliyetleri üzerine idamdan
kurtulup, 10 Eylül 1922’de Anadolu’ya geçti.
Kurtuluş Savaşı boyunca
basın kurulunda yer alarak Tanin ve Hakimiyet-i Milliye gazetelerinde yazılar
yazarak hizmetlerine devam etti. Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanması sonucu
Yunan birliklerinin geri çekiliş esnasında yakıp yıktığı yerleri tespit etmek
için Halide Edip Hanım, Yakup Kadri ve Mehmet Asım Beyler ile birlikte Tetkik-i Mezalim heyetine katılarak
Batı Anadolu’yu dolaştı.
1923 yılında TBMM’ye
girerek milletvekilliği kariyerine başladı. Aynı zamanda Ulus, Hakimeyet-i
Milliye ve Milliyet gazetelerinde başyazarlık yaptı. Köşe yazılarında Atatürk
İnkılâplarını açıkladı ve savundu. Harf İnkılabı sırasında Dil Encümeni olarak hizmet verdi.
Demokrat Parti’nin iktidarı
sonrası 1952 yılında Dünya gazetesini kurarak muhalefete geçti ve 1971 yılında
ölümüne kadar başyazarlık yaptı.
GAZETECİ
VE YAZAR KİMLİĞİ
Falih Rıfkı, edebiyat
hayatına şiir yazarak başladı ancak 1908 Meşrutiyet’in İadesi, 1915 Birinci
Cihan Harbi ve 1922 Kurtuluş Savaşı’nın getirdiği siyasi karışıklık karşısında
vatan savunması için gazetecilik çalışmalarına başladı.
Milli Mücadelenin kazanılmasından ve 1923’te
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Atay için de yeni bir dönem
başlamış oldu. İmparatorluktan ulus devlete geçişte Atay, basını sistemin
kendini yeniden üretmesi noktasında önemli bir ideolojik aygıt olarak kullandı.
Bu süreçte Falih Rıfkı, imparatorluğu kurtarmaktan, yeni bir devlet ve ulus
inşasını sağlamak yönünde bir problematik geliştirdi. Gazeteyi bu noktada
etkili bir araç olarak kullandı. Artık Atay için en temel amaç ulusu ve devleti
kurmak ve yaşatmak oldu.(1)
Savaştan sonra kurulan
‘‘Genç Türkiye Cumhuriyeti’’ 1930
yılında bir dizi siyasi, iktisadi ve kültürel devrimlere başladı. Bu
devrimlerin kurumsallaşması ve halk nezdinde kabul görmesi için başlatılan
basın çalışmalarında Atay ve öteki aydınlar aktif rol almaya başladı. Ancak
yine aynı yıllarda iktisadi sıkıntılar nedeniyle Doğu Vilayetlerinde başlayan
isyanlar ile iç huzursuzluk baş göstermeye başladı. Çok partili hayata geçiş
denemelerinin başarısız olması ile Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.
Cumhuriyet Halk
Fırkası’nın 1931 yılında yapılan kurultayında partinin iç tüzüğü ve Kemalizm’in
teorikleşmesi için hazırlanan programlarda Atay’ın katılımı önemli bir rol
oynadı.(2)
Falih Rıfkı, yine bu dönemlerde Kemalizm
ideolojisini ve inkılâpların halk tarafına götürülmesi için gazeteyi kullandı
ve birçok çalışma yaptı.[ Gezi yazısı türünde; Kaybolmuş Makedonya (1930),Deniz
Aşırı (1931), Yeni Rusya (1931), Moskova-Roma (1932), Bizim Akdeniz (1934),
Taymis Kıyıları (1934), Tuna Kıyıları (1938)]
Atatürk’ün vefatı ve daha sonrasında Demokrat
Parti’nin kurulması sırasında meydana gelen ekonomik buhranlar nedeniyle güç
ibresinin kayması sonucu Atay, muhalefete geçip İnkılapları savunmaya başladı.
Bu dönemde; Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri (1955), Mustafa Kemal'in Ağzından
Vahdettin (1955), Çankaya (1961), Batış Yılları (1963), Kurtuluş (1966), Atatürk
Ne İdi? (1968) eserlerini kaleme aldı.
DİLİ
VE ÜSLUBU
Falih Rıfkı her ne
kadar gençlik yıllarında Servet-i Fünun geleneğine uygun olarak koyu
imgelemeler ve süslü bir anlatım kullansa bile Cumhuriyetin İlanı ile birlikte
Atatürk’ün isteği doğrultusunda Türkçenin sadeleştirilmesi çalışmalarına
katılmış ve sade bir dille yazmıştır.
BİR
TÜRK AYDINININ GÖZÜNDEN ORTADOĞU: ATEŞ VE GÜNEŞ, ZEYTİNDAĞI
Falih Rıfkı Atay,
mümkün olduğunca olaylara realist bir açıdan bakmak istemiştir, Bu nedenle
kendi tabiriyle Büyük Harp ve Mütareke yıllarında bir tarafı hoşnut etme veya
öteki bir tarafın hoşnutsuzluğuna maruz kalmamak için herhangi bir eserinin
basımına izin vermemiştir.
Zeytindağı eseri ise
savaştan sonraki yıllarda yazılmış ve kitapta ele alınan problemlere çözüm
aranmamıştır. Çünkü Zeytindağı kitabı kaleme alındığı yıllarda Filistin, Suriye
ve Mısır toprakları çoktan beri elimizden çıkmış, o dönemin tüm siyasi yapılanmaları
yok olmuştur.
Problemlere çözüm
aramak yerine Atay, o dönemi yalın çıplaklığıyla anlatmaya çalışmış ve birçok
açıdan olumsuzlukları dile getirmiştir.(3) Bununla birlikte çok sert
eleştiriler yapmıştır. Eleştirilerin temel sebebi ise toprak kayıplarına bağlı
bir travma ve isyan halidir.(4) Bu eleştirileri birkaç başlık altında bir araya
getirebiliriz.
a)
Bir
Türk Aydınının Gözünden Ortadoğu: Falih Rıfkı Atay,
askerlik vazifesi gereği Filistin’e hareket ettiği esnada gözlem yapmaya çok
önem vermiştir. Sadece emirleri dinleyen bir asker olmaktan daha çok gözleme ve
eleştirel açıdan bakmaya daha yakındır. Falih Rıfkı’ya göre bu topraklar çoktan
kaybedilmiştir ve insanları bize yabancılaşmıştır. İmparatorluğun bu topraklara
yapacağı harcamalar boşunadır.
‘’Kudüs'te kirada
oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen tek şey; yalnız Türk kağıdı değil, ne
Türkçe ne de Türk geçiyor.’’
‘’Floransa ne kadar
bizden değilse, Kudüs'te o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi
geziyorduk.’’ (Atay, 2018:43)
b)
Hükümet
ve Sistem Eleştirileri: Falih Rıfkı, Osmanlı İmparatorluğunun uzunca yıllar boyunca bu topraklarda
sadece belli başlı ritüelleri işlediğini anlatır. Ancak devlet buralara
vakitlice yatırımları yapmamış, Osmanlıcılık ve İslamcılık görüşlerini benimseyerek
daha sonradan ortaya çıkacak olan Arap Milliyetçilinin yayılmasına izin
vermiştir.
‘’Filistin ve Hicaz
da:
-Türk müsünüz?
Sorusunun birçok
defalar cevabı:
- Estağfurullah!
idi.
Bu kıtaların ne
sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı imparatorluğu buralarda,
ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi.
Eğer medrese ve
şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine
şüphe yoktu.’’ (Atay, 2018:45)
Azınlıklara
tanınan imtiyazlar da sert bir dille eleştirilmiştir.
‘’Osmanlı
İmparatorluğu’nda itibar, azınlığın imtiyaz olduğu için ve Türk unsuru
imtiyazsız olduğu için herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk
olmaktan faydalı idi.’’
‘’Bir Kürt zaptiye
çavuşunun kütüğünden gelen Abdurrahman Paşa, dedesi ve babası vergi çaldığı
için, zengin, Araplaşmış olduğu için de ayan âzası idi.’’ (Atay, 2018: 44)
c)
Bölgenin
Demografik Yapısı Hakkında Gözlemler: Daha önceki sayfalarda
kaleme aldığı kadarıyla bölgenin Türk ve Türklükten uzaklaştığını yazan Atay,
demografik yapının doğurduğu temel sorunu –Filistin için- Yahudi ve Araplar
arasında yaşanan ve eğitimsizlik sonucunda Arapların mağdur olduğu bir portre
çıkarır.
‘’Kudüs'ün yerli meselesi, Yahudi-Arap
meselesi: Bir avuç Yahudi, altı yüz bin Arap!
Yafa'dan Kudüs'e kadar Yahudi
Filistin'i yeni kasabaları ve köyleri Yahudi eseridir. Bu, yeni değil, yepyeni
bir Filistin'dir. Köylerinde akşamları simokin giyen İngiliz Yahudisi muhtarlık
eder.
‘’Müslüman Araplar ise, bu
efendilerin hizmetindedirler: Üzümü Arap gündelikçi sıkar ve şarabını semiz
Yahudi içer.’’ (Atay, 2018: 73)
‘’Eski Filistin'de Arap köyü bir toprak yığınıdır. Bahçeler
harap, insanlar çıplak, gözler hastalıklıdır.’’ (Atay, 2018: 73)
d)
İttihat
ve Terakki Eleştirisi: Falih Rıfkı Atay, eserini çok
sonlarları kaleme aldığı için dönemsel bir eleştiriden uzak durmuş. Sadece
Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti ekseninde birtakım eleştiriler
yapmıştır. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı ise Enver Paşa ile Mustafa
Kemal Paşa’nın dolaylı olarak mukayese edilmesidir.
‘’ Bana göre bizim gençlerin
aradığı hürriyetleri, kadın, tefekkür ve hayat hürriyetini ancak Cemal Paşa'dan
ve eğer varsa, Onun kafasında olanlardan beklemek gerekti Enver'le ortaçağ
müslümanlığı, bütün yeşilliği ile devam edecekti.’’ (Atay, 2018:35)
Bu
pasajda dikkat çeken iki husus vardır. Bunlardan birincisi; Atay’ın Cumhuriyet
döneminin getirdiği yeniliklere sadık kalması ve Meşrutiyet döneminde özellikle
kadınların kazanmış olduğu hakları dönemine göre değerlendirmekten
kaçınmasıdır.
İkinci
husus ise; 4 yıl boyunca himayesi altında kalıp, memuriyette yükselmesinde
etkili olan Cemal Paşa’nın anısına hürmetidir. Zira kitabının önsözünde Cemal
Paşa için övgüler yazmaktadır. Bütün bunlarla beraber gazeteci kimliğini
koruyan Atay, Cemal Paşa’nın yanlış politikalarını eleştirmekten geri durmamış.
Hatta bu hususta Hüseyin Cahit Yalçın’ın eleştirilerine uğramıştır.
DEĞERLENDİRME
Falih Rıfkı Atay’ın
edebi hayatı yaşadığı dönemin dinamizmine bağlı olarak değişmiştir. Edebi bir
dil kullanmak yerine daha realist yazabilmek ve halkı bilinçlendirmek amaçlı
sade bir dil kullanmış. Edebi yayın hayatını Türkiye’nin en karışık yılları
olan 1911 ve 1922 yılları arasında haberciliğe adamıştır. 1930 yılından
itibaren ise Yeni kurulmuş olan Genç Türkiye Cumhuriyetini muhafaza etmek için
yazmıştır. Ateş ve Güneş ile Zeytindağı eserleri de edebi kaygılardan veya bazı
sorunlara cevap bulmaktan ziyade geçmişe ışık tutmak için kaleme alınmıştır.
1) Louis
Althusser, Đdeoloji ve Devletin Đdeolojik Aygıtları, İstanbul 1989, s. 28–30.
2) Fahir
Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, Ankara
1965, Cilt: I, s.90; Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti
Yönetimi’nin Kurulması (1923–1931), Ankara 1981, s.307–322
3) Ruhi
İnan, Savaşın Gölgesindeki Metinler; Zeytindağı ve Necid Çölleri’nden Medine’ye
4) (2010),
“Ulus devlet inşasında bir
aydın: Falih Rıfkı
Atay”, Türk Dünyası
İncelemeleri Dergisi /
Journal of Turkish
World Studies, Cilt: X,
S. 1, İzmir.

0 Yorumlar