Türk Tipi Devrimci Program;Jön Türkler
19.Yüzyılın ikinci yarısında başlıca
Rusya ve Balkanlarda halk hareketleri hız kazandı. Halkımız da gerek yaşam
tarzı olsun gerek tarihsel kökleri olsun hayatı mücadeleler ile doludur. Anadolu
insanı savaşsız ömür tüketmemiştir, mutlaka ortalama yaşam sürelerinde birden
fazla savaş veya iç savaş görmüştür. Doğu Avrupa’daki bu halk hareketleri bizde
de bir nesil oluşturdu;Jön Türkler.
Jön Türkler’in programlarındaki başlıca
ilkeler bağımsızlık,halkçılık ve gerektiğinde vatan için silaha sarılarak
otoritelere karşı gelmekti. Jön Türkler 1860’lardan 1922’ye kadar işgalci ve emperyalist
iktidarlara karşı vatanı cansiperâne savunmuştur. Halktan oluşturdukları milis
güçlerle vatanın en ön satıhlarında yer almışlardır. 3 parçadan ibaret olacak
bu konu, tarihsel dönemlere ayrılarak Gayrinizami harp çerçevesinde işgalcilere
karşı bağımsızlıkçılık ve halkçılık ilkelerinin nasıl benimsenildiğini ortaya
koyacaktır.
İlk yazıya başlamadan önce söylenmelidir
ki Gayrinizami harp tarihimiz 1860’ların Türkiyesi ile başlamamıştır. Hunlar’ın
istila için kullandığı at teknolojisi ile manevra ve kitlelerin imhası ve
vur-kaç teorisi bizim için Gayrinizami savaş tekniklerimizin ilk
örneklerindendir. Gerek Selçuklu ve gerek Osmanlı yine bu imha teorisini
Sipahi-Akıncı gibi birlikler ile kullanmışlardır. İşte Jön Türklerin geleneksel
milliyetçi tutumu da buradan geçmiş ile doğrudan bağlantılıdır. Çünkü,Fransız
Subay Grandmaison,1756 yılında Gayrinizami Harp konusunda yazdığı bir makalede Hunların
kullandığı bir savaş tekniğinin Osmanlı döneminde Macaristan’da uygulandığını
tarihsel kökleriyle anlatır.(Yves-Maria
Berce,Modern Avrupa’da Ayaklanmalar ve Devrimler,s:185.) Tam 100 yıl sonra
Jön Türkler bu konudan ilham alarak kendi kurduğu gerilla birliklerine ‘Akıncı’
adı verdiler.
Ordunun millileştirilmesi
Millileşme süreci klasik saltanat
ordusunun Avrupa orduları karşısında hüsrana uğramasından sonra gerçekleşmiştir.
Padişahlar geçen zaman içinde gelen yenilgilerle ve iç isyanlarla beraber eski
güçlerinin olmadığı kanaatine vardılar. Hemen önlem almak için çeşitli
bürokratları devreye sokarak Nizam-ı Cedit’i ortaya koydular. Nizam-ı cedit ile
askeri,eğitim,sanat,ticaret,ziraat ve sanayii gibi çeşitli alanlarda Avrupa’nın
karar mekanizması tekniklerini yerleştirmek amaçlanmış ve çağ dışı düşüncelerle
artık Osmanlı devletinin devam edemeyeceği düşüncesi,karar vericilere
bildirilmiştir.
1792’de kurulan Nizam-ı Cedit ile 1826’da
yeniçerilerin tasfiyesinden sonra oluşturulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye
toplama askerlerden oluşmaktaydı. Bu da millileştirme sürecine ket vuruyordu.
Klasik düzen istemeden de olsa devam etmiş oluyordu. Sorunun asıl içeriği
kurmay sınıfının padişaha yakınlığa göre oluşturulmasıydı ve buna rağmen her
reform hareketi ordunun teknik donanımına yönelikti. Kıyafetleri ve tüfekleri
güncellemekten başka bir reform olmuyordu.
1839 Tanzimat Fermanıyla ordu içinde
yapılan reformlar daha batıcı temelliydi. Ancak bu da Osmanlı’nın yıkılışını
önleyecek kadar kuvvetli bir kurmay sınıfı oluşturacak düzeyde değildi. Artık
Jön Türk nesli oluşmuştu. Jön Türkler 1876 ihtilâlini yaptıklarında orduyu batı
siyaseti temelli değil, devrimci Fransız felsefesinden ilham alarak
düzenlediler. Padişahın ordularının hüsrana uğraması onları halka dayanmaya
itti. Zorunlu askerlik artık gerçekten zorunlu hale gelmişti. Redif sınıflarının
bu konuda önemi büyüktü çünkü redif askerleri 7 yıl askerlik yapmış kimselerdi.
Askerlik mesleğine hakim bu kişilerden Fransız devrimcilerin yaptığı gibi bir
birlik kurulabilirdi. Bu kişiler halkı kendi kendilerine örgütleyip, bölge
bölge savunmalar yapabilirlerdi. Atatürk’ün ‘hattı müdafaa yoktur,sathı müdafaa
vardır ve o satıh bütün vatandır’sözündeki bütün vatanın koruyucuları bizzat
halkın kendisi olacaktı. Bu birliklere müstahfız adı verildi. 8 yıl redif
askerlerinin yetiştirilmesinde çalışacak askerler olacaklardı. Ordu, hem redif
ve müstahfız birlikleri ile halk içinde örgütlü bir hale gelmiş oldu hem de
çete takibi yapacak birlikler ve sınır birlikleri üzerindeki yük oldukça azaldı.(Enver Ziya Karal,Büyük Osmanlı
Tarihi,c3,s:188)
Jön Türklerin devrimci kimliğinin oluşması
Avrupadaki halkçılık hareketleri Türk
devriminin oluşmasını tetikleyen en önemli etkenlerden biri olmuştu. Namık
Kemal ve çevresinde oluşan Yeni Osmanlılar Cemiyeti Fransız devrimine ve
İtalyan devrimci Karbonari Cemiyetine ilgi gösteriyordu, devrim yazılarını
tercüme ettirip dağıtıyorlardı. Harp okuluna gelen Alman eğitimciler
Clausewitzci anlayışa sahiptiler. İtalyan devrimine onlar da büyük ilgi
duyuyorlardı ve Garibaldi ve arkadaşlarının yazılarını öğrencilere
okutuyorlardı. İşte halkçı ve ilerici nesil 1800’lü yıllarda böyle oluşuyordu.
1859 yılında bir ihtilâl girişimi oldu sonraları adı Kuleli Vakası olarak
anılan bu olay Kırım Savaşından sonra ağırlaşan dış baskılar ve ekonomik krize
bir tepkiydi. Namık Kemal’in arkadaşlarından Şinasi’nin bu hareketi
yönlendirdiği kaynaklarda geçmektedir.(Ahmet
Bedevi Kuran,İnkılap Tarihi ve Jön Türkler,syf:18) Fedailer Cemiyeti adlı
bu cemiyet İtalyan Karbonari tipi örgütlenme biçimiyle örgütlenmişti. Cemiyet,
batı karşıtlığını içeren anayasal bir hükümeti amaçlıyordu. Namık Kemal bir
mektubunda hareketin lideri Şeyh Ahmet Efendi hakkında ‘erbab-ı hürriyetin şeyhülreisi’ diyerek
Fedailer Cemiyetinin Jön Türk hareketinin başlangıcı olduğu kanaatini
uyandırmıştır. (Uluğ İğdemir,Kuleli Vak’ası
hakkında bir araştırma,syf:xxıv.)
Namık Kemal vatanlarını savunan silahlı
bir halk hareketi olan Paris Komünü’ne 1871 yılında ‘İbret’Gazetesinde yazdığı
yazıda açıkça destek vermiştir.(A.Cerrahoğlu,Türkiyede
Sosyalizmin Tarihine Katkı,syf:34) Namık Kemal’in halk olarak vatan savunmasında
yer alınması fikri gençler arasında bir akım yarattı.
Yeni Osmanlıların Milli Ordu Hareketi: Milli Asker Cemiyeti
Yeni Osmanlılar Cemiyeti asker ve aydın
kadrolara dayanan bir hareketti. Asker kanadı 1876 devrimini yapan savaş
kahramanlarından Hüseyin Avni Paşa ve Süleyman Hüsnü Paşalar oluşturuyordu.
Sivil kanatta ise Mithat Paşa, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi kişiler
oluşturuyordu. Bir başkan ve yedi üye bir hücre oluşturuyordu. Bu hücreler
birbirleriyle görünüşte bağıntısızdı. İşte bu Karbonari tipi örgütlenmedir.
Cemiyet askeri siyasetini Fransız devriminin ‘bütün milletin silahlandırılması’
ilkesinden el alarak oluşturdu. Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre’sinin
teması da bu alanda yapılan bir fikir çalışmasının ürünüdür.
Milli Asker Cemiyeti ve Milli taburlar
bu dönem kuruldu. Bu taburun ismini Namık Kemal koymuştu. Milli ordunun ilk
örgütlenmeleri bu şekilde yapılmıştı. Bu sayede ordu saltanatın himayesinden
çıkıyor,bizzat ait olduğu yere, milletin benliğine yerleşiyordu. Bu taburlara
yardımcı sınıflar da kuruldu ‘Hediye-i Askeriyye Cemiyeti’ gibi sınıflar orduya
teçhizat sağlamak amaçlı halk tarafından kurulmuştu. Yeni Osmanlılar bu cemiyet’in
orduya yardımını, halkın bizzat padişahtan ordu idaresini ele alması olarak
yorumladı.
Yine bu cemiyetin en önemli eylemi olan
taburların teşkilatı, Süleyman Paşa tarafından İstanbul başta olmak üzere
Anadolu ve Rumeli’de kuruldu. Beyazıt ve Fatih taburlarını Namık Kemal ve Ziya
Paşa yönetiyordu. Encümen reisleri Mithat Paşaydı. Bu taburlar Sırbistan
savaşında cephe gerisine sarkarak yapılan yer yer çevirme-kuşatma
harekâtlarında önemli rol oynadı.(Mithat
Paşa’nın Anıları,s:201) Mustafa
Kemal Atatürk’ün babası olan Ali Rıza Bey bu cemiyetin üyesidir ve 1876
İhtilâline fiilen katılmıştır. Bu devrimci gelenekten gelen biri olarak oğlunu
laik okula göndermek istemiştir.
Milli Ordu Cemiyetinin Gerilla Muharebesi tecrübesi: Rodoplar
1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı
ordusu yenilgiye uğrayınca Rus orduları Yeşilköy’e kadar geldi. Yeşilköy
antlaşması ile Osmanlı Doğu Rumeli’de egemenlik hakkını yitirdi. İşte tam bu
noktada Milli Ordu Cemiyeti kaybedilen bölgelerde gerilla muharebelerine
başladı. Gerilla savaşı 12 yıl sürdü. Cemiyet, hamide karşı olduğu için Ruslar
direnişin durmasını istediğinde, padişah da onlara ‘artık bırakın yeter diyordu’.
Direnişçiler ise hamid’in gönderdiği yetkililere, ‘Padişah’a söyleyin bize Rus
ağzı ile konuşmayı bıraksın’diyerek milli tutumlarını göstere göstere vatanları
için savaşıyorlardı. Milli ayaklanmayı Timirski Ahmet Ağa isimli biri yönetiyordu.
Bir hükümet kurdu. 22 yerleşim bölgesi ve 30 vekil ile kurulan hükümet durmadan,
Milli hükümet namına, diyerek Bâb-ı Aliye ve Hamid’e muhtıra veriyordu. (T. Bıyıklıoğlu,Trakyada milli
mücadele,syf:24) Şehit Ali Suavi’nin
giriştiği ihtilâl Rumelideki taburlardan birinin yardımı ile yapıldı.
Rodoplar’daki gerilla birliklerinin
örgütlenmesi de 1876’dan beri Bulgar çetecilerine karşı savaşan Tosun Bey
tarafından yapıldı. Tosun Bey Rodoplardan topladığı müstahfız askerlerle
silahlı halk ayaklanmaları yapıyor ve milis birlikleri ile Sırp Cephesine de
yardım ediyordu. Şipka geçidinde büyük kahramanlıklar yapılmıştı.(M.Türker Acaroğlu,Bulgaristan Türkleri
Üzerine,s:94) Rodoplar’da silahlı
yaklaşık 35 bin kişi olduğu söyleniyor ve bu balkan hükümetleri için çok büyük
bir tehdit unsuru oluşturuyordu. (Ömer
Turan,Rodop Türklerinin 1878 Direnişi,syf:7)
Rus orduları bu gerilla birliği sayesinde Rodoplar bölgesinde
tutunamadı. Nihayet 1886’da yapılan İstanbul Konferansıyla Doğu Rumeli’ye bağlı
vilayetler ve Rodoplar Osmanlı devletine bırakılarak 12 yıllık direnişin
amacına ulaşmış olundu. Rodoplardaki bu mücadele Balkan Türkleri’nin
mücadelesine de ışık tuttu. İttihat Terakki de bu bayrağı devralarak Batı
Trakya’da yıllarca direndi.
1876 İhtilâli
1876 İhtilâli, padişahın baskılarına ve Bosna isyanında büyük devletlerin iç meselelere nasıl kolayca karışmalarına ve padişahın karşı çıkmamasına bir tepki olarak yapıldı. Fatih,Süleymaniye ve Beyazıt medreselerinin öğrencileri ayaklandı. Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın önderliğinde Harp Okulu Komutanı Süleyman Hüsnü Paşa,Milli Savunma Bakanı görevinde Redif Paşa ve Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa birleşerek ihtilâlin asker kanadını oluşturdular. Saray,Harp okulu öğrencileri, redif taburları ve donanma sandallarına bindirilmiş bahriyeli öğrencilerle sarıldı. Abdülaziz hâl edildi. 5.Murat’ın kısa padişahlığı sonrası tahta geçen Abdülhamid oldu. 23 Aralık 1876’da Mithat Paşa ve arkadaşları önderliğinde bu milletinin en aziz hakkı olan Kanun-i Esasi ilan edildi.
1876 Devrimi bu şekilde Anayasasını ve ülkesini dış tehditlere
karşı korumak istemişti lakin Hamid milletin askeri düşüncesini kendisi için
tehdit olarak yorumladı. Abdülhamid karşıdevriminin yaptığı ilk şey anayasanın
kaldırılması,Mithat Paşa’nın azli ve bu taburların dağıtılması oldu. Zaten
Hüseyin Avni Paşa daha önce Çerkez Hasan isimli eşkıya tarafından hürriyetin
ilk günlerinde şehit edilmişti. Süleyman Hüsnü Paşa ise sürgün edildi ve
sürgünde öldü. Abdülhamid’in yargıçları Namık Kemal’i “Biz milletin askeriyiz
devletin değil demişsin”diyerek yargılıyordu.
Yeni Osmanlılar
Cemiyeti’nin kadroları geçen zaman içinde halkı silahlandırmış ve ordunun millileştirilmesinde
sivil bürokratların yardımıyla çalışmıştır. 1869 itibariyle yapılan askeri
reformlar imparatorluğun savunulmasını esas alır. 1876 İhtilâlinin
başrollerinden Hüseyin Avni Paşa,Müstahfız sınıfını Fransız milli ordu
modelinden aldı ve Hüsnü Paşa ile nizamnameyi ona göre oluşturdular. Bu paşalar
Türkçüdür. Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp onlar için ‘Türkçülüğün Babaları’ ‘dır
der. Mesela Hüseyin Avni Paşa, Tıp fakültelerindeki Fransızca kitapları tercüme
ettirerek Türkçeciliği savunmuştur. Süleyman Hüsnü Paşa, ‘İlmi Sarfi Türki’
eserini Türk dilinin Osmanlıca değil Öz Türkçe olduğunu düşündüğü için
yazmıştır. Harp okullarında milli tarih anlayışı bu paşalar sayesinde yerleşti.
1876 İhtilâlinin etkilerini söndüren 2.Abdülhâmid yine klasikleşen tarza döndü.
Okullardaki Türkçe ve milli tarih anlayışı değişti.
Falih Rıfkı Atay’ın Batış Yılları eserinde bu değişikliklere şu şekilde
gözlemliyoruz;
“Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyoum. Bizim çocukluğumuzda Türk “kaba ve yabani” demekti. İslam ümmetinden ve “Osmanlı” idik. İlmihallerde baş dersimiz din ile milliyef’in bir olduğunu öğrenmekti.Vatan sözü yasaktı. Tarih de bir padişahlar methiyesinden ibaretti. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişah kullarıydık. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, “Padişahım çok yaşa!” [diye] bağırırdık. Padişah resmi yasaktı. Oturduğu Yıldız tepesinin adı da yasak. Göktekinin şiirde ve nesirde Arapça ve Farsçası kullanmalıydı. Nüfus tezkerelerindeki “Hamid” adları benim küçüklüğümde “Hâmid’e değişti. Nasıl ki Reşad veliahdın da adı olduğu için kardeşiminkinin sonradan Neşet e çevrildiğini biliyorum. Semtimizden biri[nin] veliaht Reşad Efendiye mürekkep sattığı için uzaklara sürülmüş olduğunu fısıltılardan sezmiştim. Açık ve renk renk döşeli faytonlardan uzun kara fesli, oksijenli saçları yandan yukarıya doğru kıvrık, yine açık ve alıcı renkte esvapları ve arabacılarının yanında ellerini kavuşturmuş zenci uşakları ile şehzadelere rastladığımız olurdu. Bunlarla eski savaşların Fatih'leri ve Yavuz’ları arasında bir benzeyiş bulamazdık.”(F.R.Atay-Batış yılları,syf:10,11)
1876 Devrimi’nin öncülerinin öldürülmelerine rağmen onların başlattıkları “milli ordu” düşüncesi güçlendi. 1876 Devrimi, İttihat Terakki Partisi’nin fikir ve dava babası oldu. Abdülhamid’in tasfiyelerine rağmen okullarda öğrenciler Hüseyin Avni Paşa ve Süleyman Paşa kolları olarak örgütlendiler. Askeri tıp okulları öğrencilerinin de mücadelesi ile Jön Türk geleneği hızlanarak devam etti ve İttihat Terakki’nin önü hazırlandı.



0 Yorumlar