NEYZEN
TEVFİK’İN HAYATI, EDEBİ GELENEĞİ ve ŞİİRLERİ ÜZERİNE İNCELEME
YAŞAMI
Tevfik Kolaylı,
24 Mart 1879 yılında Muğla’nın Bodrum ilçesinde doğmuştur. Yedi yaşındayken
çarşıda kesik başları sergilenen eşkıyaları görmüş ve büyük bir travma
yaşamıştır. Bu travmanın etkisi ile epilepsi
hastalığına yakalanmış ve ömrünün son dönemlerine kadar epilepsi nöbetleri ile
mücadele etmiştir.
Hastalığı
nedeniyle tahsilini tamamlayamamıştır. Doktorunun tavsiyesi üzerine ailesi
Tevfik’ i rahat bırakmış ve musiki alanına yönelmesine izin vermiştir. Genç
yaşlarında mahalle berberinden ‘ney’ dersleri alarak Bektaşi ve Mevlevi
tekkelerine ilgi duymuştur. Daha sonra ise medrese eğitimine başlamıştır.
Medrese
eğitimi esnasında Mehmet Akif Ersoy ile tanışmış ve hayatında yeni bir pencere
açılmıştır. Hayatının önemli bir kısmını haksızlıklara karşı çıkarak yaşamış ve
şiirlerinde bunları müstehcen bir dille işlemekten asla çekinmemiştir.
Akif’ten
Fransızca, Farsça ve Arapça dersleri almıştır. Akif sayesinde Şair Eşref ile
tanışıp ‘hiciv’ türünü öğrenmiştir. Yine Akif sayesinde dönemin en önemli
aydınları Halit Ziya, Ahmet Rasim ve Tevfik Fikret ile tanışmıştır.
İstibdat
döneminin getirdiği baskı ve zulümleri hiciv ile korkusuz bir dille yazmış ve
kısa bir süreliğine hapis yatmıştır. Musikiye duyduğu ilgi ile kısa sürede ney
çalmada ustalaşmış ve 1900 yılında ilk plağını doldurmuştur.
Musiki
konusundaki yeteneği ve istibdadı korkusuzca eleştirmesi II. Meşrutiyet
yıllarında kendisine büyük bir şöhret getirmiştir. Bu nedenle İstanbul’un
konaklarında, köşklerinde hatta sarayda bile konserler vermeye başlamıştır.
1901
yılında şalvar yerine setre pantolon giymesi ve akşamları tekke dışında kaldığı
için sert eleştirilere muhatap olmamak için tekkeden ayrılmıştır. Daha sonra
şeyhülislam olacak Musa Efendi’den özel dersler almaya başlamıştır. Musa Efendi
sayesinde Muallim Naci ve Ahmet Mithat Efendi gibi fikir adamlarıyla tanışmıştır.
Bu yıllarda jurnallenerek hapis yatmıştır. Arkadaşlarının ve sevdiklerinin
zarar görmemesi için meyhanelerde yatıp kalkmaya başlamıştır.
1908
yılında baskının iyice arttığı dönemlerde Şair Eşref ile birlikte Mısır’a eski
dostu Akif’i ziyarete gitmiştir. Mısır ziyaretinde toplumda gördüğü
haksızlıkları eleştirmiş ve Mısır Hidivliği üzerine yazdığı eseri yüzünden bir
kere daha hapis cezası yemiştir.
Meşrutiyetin
ilanı üzerine İstanbul’a geri dönen Neyzen Tevfik, konserlerine devam etmiş ve
bu dönemde Enver Paşa’nın düzenlediği bir toplantıya katılmıştır.
Bazı
kaynaklara göre bu davette bulunan Alman bir subay tarafından çok beğenilmiş ve
Almanya’da konser vermesi için kısa bir seyahat düzenlemiştir. Meşrutiyet
döneminden istediklerini tam olarak bulamayan Neyzen Tevfik yaptığı eleştiriler
sonrası yeniden kısa bir mahkûmiyet döneminden sonra bir köşeye çekilmiştir. I.
Dünya Savaşı yıllarında Muhtar Paşa’nın ordusunda Mehter Başı olarak görev
almıştır. Askerlik hayatının kendisine uygun olmadığını düşünerek bu meslekten
kısa süre sonra ayrılan Tevfik, yine meyhanelerde yatıp kalkmaya başlamış ve
şiiri ile para kazanmaya çalışmıştır.
Cumhuriyet
yıllarında ise Atatürk İlke ve İnkılâplarına karşı çıkanları çok sert bir dille
eleştirmiştir. 1930 ve 1940 yılları arasında sara nöbetleri ve alkol bağımlısı
olması sebebiyle akıl hastanesine yatmıştır. 1950 yılında ise sinema oyuncusu
olarak iki filmde rol almıştır. (Onu Affettim ve Ağlayan Şarkı)
EDEBİ ANLAYIŞI
Neyzen Tevfik,
musikiye olan ilgisi ile besteler yapmıştır. Hazır cevaplılığı ve keskin zekası
sayesinde birçok fıkraya konu olmuş ve fıkra türünde eserler yazmıştır. Kural
tanımazlığı ve haksızlıklara karşı sivri dille eleştiriler yazması ise onu
hiciv alanında öncü bir rol oynamasını sağlamıştır. Türk Edebiyatında Nefi ve
Şair Eşref’ten sonra hiciv türünün üçüncü büyük ustası olmuştur.
Tasavvufa
olan ilgisi sayesinde ‘Melamilik’e
meyletmiş ve bu öğretinin esaslarını hicivlerine uyarlayarak kendine has bir
üslup yakalamıştır. Bektaşilik, Mevlevilik ve Melamilik öğretilerini hayatına
uygulamış, hayatının her döneminde plansız yaşamıştır.
Şiirlerinde ise hiçlik felsefesine ağırlık vermiştir. 1919 yılında yazdığı Hiç ve 1949 yılında yazdığı Azab-ı Mukaddes eserinde pespayeliği işlemiş, kendisine yöneltilen eleştirilere cevap vermemiştir. Azabı-ı Mukaddes’in ön sözünde elliye yakın bestesinden söz edilse de günümüze çok az bestesi ulaşmıştır. Bunlar; Nihavend Saz Semaisi, Şehnazbuselik Saz Semaisi ve taş plaklara kayıtlı olan Taksimleri’dir.
Azab-ı Mukaddes ve Hiç Şiirleri
Neyzen
Tevfik, kendi rezilliğinin farkındadır. Yaşayışının ayıplanması, insanlar
tarafından kınanması, nefsini hor görüp ondan utanarak mutlak anlamda Hakk’a
yöneldiğini daha iyi anlatmak için dizelerine daha içten bir şekilde sığınır.
Zaman geçmektedir. Neyzen’e göre ömür bir çerağ gibi alev almış, tutuşmuştur.
Zıtlıklarla dolu hayat iç içe geçmiştir. Neyzen’in bakış açısının olumsuzluğu
şiirlerine yansır. Kötüye yönelik de olsa
her şey iyiliği içine alır. Kullandığı kavramları birbirinden ayırmaz. Bir
melâmet ehli için hüsn-ü edeb ile vakti halka karşı korumak, açıklanması
gerekenler hariç zâhir olan hâlleri gizlemek, hüsn-ü müşahade ile kalbi Allah
ile muhafaza önem addeden usullerdendir(1)Neyzen Tevfik, fakr u zaruret içinde
anlatır gömüldüğü hiçliğin karanlığını. Onun için ilim, fikir, servet ve
zenginlik bir hiçten ibarettir. Elinde kuru bir ney ve ah û zârın eşliğinde
içtiği mey kalmıştır;
“Bugün ki yirmi yıl oldu, zavallı bak hâlâ
Bulur cehalet-i mekşûfesinde hak u zekâ.
Ne ilm ü fikr ü maarif, ne servet ü sâmân,
Elinde bir kuru ney kaldı âh u meyle hemân!
Onun terâcim-i hâli şu yirmi yıllık ömür,
Şu dâstân-ı hayatı ki hîçîye
gömülür.” (Tevfik,
2011: 75).
Bununla
birlikte malın, mülkün, rütbenin de meftûnu olmamıştır. Hepsinin bir kalemde
üstünü çizivermiştir. Bu durum dünyevî olan hiçbir şeye yüz sürmediğinin açık
bir kanıtıyken kendine üstâd olarak bellediklerini bir bir sıralar;
“Neyim, meyim ile Bektaş, Cenab-ı Mevlana,
Zahir-i
saltanatımdır Muhammed, Âl-i Aba,
Bu
Neyzen'e göre yoktur o mâsivâ vü sivâ,
Vatan
dedikleri gurbette bî-kesim amma,
Peri-i sanata malik fakir-i hicranım.”(Tevfik, 2010: 114).
Kendisini
kınayan kişilere de aldırış etmez. “Bir insan hayatı boyunca fakr içinde yaşar
ve ölüm gününde de melâmîlere göre bu hâli arz etmelidir.”(2)
“Bu gamm-abadı gördükçe der ü divar-ı
pür-surah
Yıkılmış rahnedar
olmuş sakın zannetme mihmanım
Bela-yı dehre karşı
eyleyip temkinimi tahsin
Dehan-ı hayret
açmış şeş cihetten beyt-i ahzanım”(Tevfik, 2011: 13).
Ölümünden kısa bir süre önce Celalettin Server’e ‘’Şahit ol Server, ben şuurlu bir müminim.’’ diyerek yazdığı şiiri okur ve hayata gözlerini yumar.(3)
“Felsefemde yok ötem, ben çünkü
sırr-ı vâhidim
Cem-i kesretde yekûnen sıfır-ı
mutlak olmuşum
Yokluğumla âşikârım, ehl-i Beyt’e
âidim.
Secdemin şeklideki ismi Muhammed şahidim.”
DEĞERLENDİRME
Neyzen
Tevfik, hastalığının ve alkole düşkünlüğü sebebiyle aykırı bir tip olmuştur.
Eski ve yeni edebiyat alanında uzman kişilerden aldığı dersler muazzam bir
yazar olmuştur. Tasavvufa olan ilgisi ve musiki yeteneği sayesinde çok yönlü
bir insan olmayı başarmıştır.
Korkusuzca
kaleme aldığı hicivleri ile yozlaşan toplumu ve toplum içerisindeki
adaletsizlikler bazen müstehcen dille eleştirmiş, bazen ise hazır cevapları ve
nüktedanlığı ile fıkralarla dile getirmiştir.
Yaptığı
besteler, yazdığı şiirler ve kaleme aldığı fıkralarda yeniliği benimsediği ve
Türk Şiirinin çağdaşlaşması için öncü bir rol oynadığı açıkça görülmektedir.
KAYNAKÇA
1)
Bolat,
2011:194-202
2)
Bolat,
2011: 216
3)
Celalettin
Server
4) Büşra
Nuray Gençer, Neyzen Tevfik’in Şiirlerinde Melâmetîlik Düşüncesinin İzdüşümsel
Paradigmaları

0 Yorumlar