2-Ateş
“Quid rides? Mutato nomine, de te fabula narratur.”-Horatius*1
Mikeranos şehrinin dört yanını çevreleyen çölün sabahın ilk ışıklarıyla esen rüzgârlar, hecinleriyle*2 Mikeranos sarayına giden Troyalı İlhan'ı ve neferlerini ürpertti. Sis ve toz bulutları içinde kaybolabilirlerdi. Ayriyeten kum taneleri bıçak gibi yüzlerini kesiyordu.
Yüksek kumulları geçmek için hecinlerinden indiler. Hecinlerinin yularlarından tutup yürüdüler. Zira bineklerle kumulları inip çıkmaları mümkün değildi. Neferler, eski ve ince tabanlı ayakkabılarıyla kızgın kumun üzerinde zar zor yürüyorlardı. İlhan için aynı şey söylenemezdi. Yanmak hoşuna giderdi.
***
Beyaz surlarla çevrili Mikeranos'un büyük kale kapısı açıldı. İlhan neferleriyle birlikte vakur bir şekilde halk meydanına doğru yürüdü. Meydanda büyük bir pazar kurulmuştu. Pazara yaklaşınca kadınlar, erkekler ve çocuklar,"Ululululu!.." naralarıyla İlhan'ın ve neferlerinin etrafını çevrelediler. İlhan çocukların başını okşayarak ilerledi. Teker teker ahalinin ahvalini dinledi. Kalabalığı atlatıp pazardan ayrıldı.
Nihayetinde İlhan, Güneş konağına -evine- vardı. Alperenler, sarayı andıran büyük beyaz konağın önünde nöbet tutuyorlardı. Biraz sonra Mikeranos Valisi Behzat Paşa, konağın kapısından dışarıya çıktı.
Behzat Paşa, elli beş bahar görmüş, kocamış bir adamdı. Buna rağmen oğlu İlhan gibi dinç duruyordu. İlhan, binekleri savrana*5 teslim ettikten sonra babası Behzat Paşa'nın kendisine baktığını fark etti. Gergin yüzü, yaşlı adamın memnuniyetsizliğini belli ediyordu. Babasının yanına vardı.
"Hoş geldin!" dedi Behzat Paşa ve oğlunun sırtını sıvazladı.
***
İlhan; konağın salonundaki şöminenin önünde durdu ve kendi elleriyle yaktığı ateşe dalgın dalgın baktı.
Salonda; püsküller, yastıklar, görkemli halılar, şık ve parlak renkli perdeler vardı. Duvarlarında altın ve gümüş varaklı tablolar ve aynalar asılıydı. Babasının ayak seslerinin yaklaştığını fark etti.
"O kokuşuk çocukların bitli saçlarını daha ziyade okşamak istemiyorum!" dedi İlhan ve siyah eldivenlerini çıkarıp şömineye attı. Sofada bekleyen hizmetliden havlu ve el fırçası istedi.
"Sen önce malumat ver. Neden eli boş döndün?" dedi Behzat Paşa. Yüzü kırış kırış olmuştu.
"İstediğine çok yaklaştım baba. Lakin biraz daha müddet ver bana."
"Nerelere gittiniz?"
"Serta suyundan Liberya tarafına geçtik. Liberya prensesi beni nehrin kenarında bekliyordu. Onunla görüştükten sonra neferlerimizle eşkıya kılığına girip kralın kervanlarını yağmaladık. Fakat Liberyalı eşkıyalar bizi fark ettiler ve Serta suyuna kadar kovaladılar. Onları atlattıktan sonra nehrin kenarındaki hurmalığın altında geceledik.
"Pekala. Haberleri duydun mu?"
"Hayırdır?"
"Hayır mıdır, şer midir bilemem. Sultan Ragıf'ın karısı Albastı Hatun var ya. Hani alımlı olanı..."
"Hee, var."
"Der Saadet'te Turhan Handanından kim varsa, Kara Saçlılara boğdurtmuş. Ahaliye ve askerlere de Sensibya tayyareleri*6 kıyım yapmış."
"Hadi be! Ne cingöz imiş..."
"Dahası var. Maktul*7 padişahın küçük kızı yaşıyormuş. İştirakçi*8 sadrazam ve kardeşleri onu Orta Kartal Kaya'ya kaçırmışlar. Tuğrul Kuşu'nun verdiği kut*9 onda imiş."
"Nadide mi hasta olan mı?"
"Hasta olanı..."
"Yeni bir Fasıla-i Saltanat dönemi... İç savaşın eşiğindeyiz. Kimin yanındayız?"
"Kimsenin yanında değiliz."
İlhan, önce sakalını ovuşturdu. Sonra da şöminede yanan ateşle oynamaya başladı.
***
SÖZLÜK
*1 “Neye gülüyorsun? İsimleri değiştir, anlatılan senin hikâyendir.”
*2 Hecin: Tek hörgüçlü deve
*3 İstihsal etmek: elde etmek, üretmek, çoğaltmak
*4 Kumul: kum tepesi
*5 Savran: Deve bakıcısı
*6 Tayyare: Uçak
*7 Maktul: Ölü
*8 İştirakçi: Ortakçı, komünist
*9 Kut: Hükümdarlara verilen yönetme görevinin Tanrı tarafından verilmiş olması
(Bu evrende Tanrı'nın kutu Tuğrul Kuşu aracılığıyla hükümdarlara verilir.)

0 Yorumlar