Cehaletin Rengi: ''Kara'' Veba - Yeni Mecmua

Cehaletin Rengi: ''Kara'' Veba

 


Hıyarcıklı Veba olarak bilinen bu hastalık, ‘Yersina pestis’ isimli bakteriden kaynaklanır. Pireler yolu ile tüylü hayvanlara ve insanlara bulaşır ve insanlık tarihine ‘’kara ölüm’’ adıyla anılan kadim bir hastalık olarak elemle geçer. Kara Veba, Ortaçağ dönemlerinde dünyanın dört bir yanını kasıp kavurmuş ve insan neslinin en büyük düşmanı olmuştur. Bu hastalık Asya topraklarından boy gösterip Avrupa’ya kadar yayılmış ve on yıllık bir süre zarfında yetmiş beş milyon insanın canına mal olmuştur. İnsanoğlu, bu karanlık dönemlerde bu kara ölüme çareler aramak durumunda kalmış ve çaresizlik içinde kıvranmıştır.

 

Doğu’da olduğu kadar Batı’da da alanın da otorite olan, Avrupalıların Avicenna olarak adlandırdıkları İbn-i Sina, veba salgınının sebepleri için; durgun sular, çürümüş, gömülmemiş pis cesetler ve atmosfer kirliliğini göstermiştir. Kısacası pislikten bahsetmiştir. Peki, Ortaçağ Avrupası ünlü bilim insanı ile aynı görüşleri paylaşıyor muydu?

 

Doğudan Kopan Fırtına

Cengiz Han, kurduğu muazzam ordusu ile Çin şehirlerini teker teker düşürmüş ve yakıp yıktığı, yok ettiği medeniyetlerin enkazı üzerine yeni, yepyeni bir medeniyet kurmaya başlamıştı. Çin topraklarından, Anadolu sınırına kadar çok geniş bir coğrafyayı tek parça haline getiren Cengiz, dünya tarihine ‘menzil teşkilatı’ isimli geniş bir haberleşme ve ulaşım ağı kazandırmıştı. Toprakları boyunca 50 km’lik mesafeler arasına kurduğu ulaşım istasyonları sayesinde ticaret ağları sağlamlaşmış ve dünyanın bir ucundan, öteki ucuna haberleşme, seyahat ve ulaşım kolaylaşmıştı. İşte bu ulaşım ağını kullanan çok sinsi bir düşman daha vardı: Kara Veba…

 

Ticaret yolları üzerinden geçen hayvanlara, insanlara ve mallara bulaşan bu hastalık sadece on yıl içerisinde doğduğu Çin topraklarını aşmış ve Orta Asya, Yakın Doğu, Orta Doğu ve Kuzey Kafkasya bölgelerine yayıldı. Asıl kabus ise Avrupa’ya yine Cengiz’in nesli tarafından savaş ile taşınacaktı.

  

İlk Biyolojik Felaket: Canıbek Han’ın Kefe Seferi

Cengiz’in torunlarından Canıbek Han, 1346 yılında Ceneviz kolonisi olan ‘Kefe’ şehri üzerine ordusu ile yol aldı. Şiddetli bir muhasara ile kuşatılan şehir inatla direnirken Canıbek, şeytanın bile aklına gelmeyecek bir yöntem ile düşmanlarını yok etmenin bir yolunu buldu. Moğollar, kendilerini hızla kemiren veba illetine yakalanmış ve hastalıktan çürümeye yüz tutmuş cesetleri, mancınıklara yükleyip kuşatma altında olan şehre doğru fırlatmaya başladı. Fırlatılan cesetlerden şehre büyük bir hastalık bulaşmıştı ve böylece dünya tarihinin ilk biyolojik savaşı gerçekleşmişti. Şehir bir yandan hastalığın pençesinde içten içe çürürken, bir yandan da dışarıda aç kurtlar misali bekleyen Moğolların gazabına uğramıştı. Bu muazzam kıyımdan pek az insan kurtulabilmişti. Cenevizliler bütün bu talihsizlikler üzerine tüm ticaret filolarını toplamış ve Avrupa'nın yolunu tutmuştu. İşte bu filo içerisinde bulunan iki gemi, yepyeni bir düşmanı yani veba hastalığını Avrupa’ya taşımaya başlamıştı.

 

Karanlık Çağ ve Kara Ölüm

Orta çağ Avrupa'sı kalabalık ve pis şehirleri ile sonuna kadar bilim, kültür ve sanattan uzak, hurafelere batmış bir haldeydi. Dar görüşlü insan kitleleri, elbette ki iktisadi ve ekonomik alanda da oldukça yetersizdi. Yoksulluk ve sefalet içindeki toplum veba için bulunmaz bir üreme alanı gibiydi. Hastalık taşıyan pireler, rahatlıkla fare ve sıçanların üzerine bulaşıyor ve lağımlar aracılığıyla bu hayvanlar üzerinden geniş sahalara yayılıp insan hayatını etkiliyordu.

 

Kara Papaz: 9. Gregory

Papa 9. Gregory, 1232 yılında hazırladığı bir kutsal metin ile kedilerin şeytanı varlıklar olduğunu ve şeytanın, satanist ayinlere kedi suretine bürünerek katıldığını öne sürdü. Böylece kedilerden nefret eden bu dar görüşlü papazın talimatıyla on binlerce masum hayvan nehirlere atılarak ve yakılarak yok edildi. Bu nefretten nasibini alan sadece kediler olmadı. Yine o dönemlerde kilisenin kâfir olarak nitelendirdiği etnik gruplar( Yahudi, Çingene vb.) ve pagan toplumlar kedi sevgilerinden ötürü katledildi. Bu insan avı ve dökülen kanlar Avrupa’ya sadece daha çok yoksulluk ve kötülük getirdi. Zira kedileri yok edilmesi ile fareler ve sıçanlar serbest kalmış, bu hayvanların derilerinde ikamet eden hastalıklı pireler ise giderek daha fazla insan yaşamına dahil oldu. Böylece bu biyolojik felaket kolaylıkla kıtanın dört bir yanına yayıldı.

         Kara Ölüm sinsi bir düşman gibi sessizce Avrupa'nın damarlarında dolaşmaya ve isminin hakkını vermeye devam etti. Sadece 100-150 yıl gibi kısa bir sürede 75 milyon insanın ölümüne sebep oldu. Hastalık, dört bir yanı acımasızca kavururken onun en büyük destekçisi ise yine cehalet oldu. Bu yıllarda insanlar, hastalığa karşı tek çözümü Kutsal Kilise’den bekliyordu. Papa ise bu vahim hastalığı, ilahi bir afet olarak kabul ediyor ve bir takım faydasız dinsel ayinler düzenliyordu. Dinsiz olarak nitelendirilen etnik gruplar üzerine baskılar devam ediyor, yapılan bu katliamlar ve yağmalar ise Kara Veba’nın ekmeğine yağ sürüyordu.

 

            Modern Cehalet: Şifacılar

            Yine aynı dönemlerde Kutsal Kilise'nin teşvikiyle ‘’Şifacılar’’ isimli yeni bir tarikat kuruldu. Bir tarikat ise şifalı olduğu kabul edilen tütsüler ve şifalı sözcükler ile bir takım şaman ayinlerine benzer ayinler tertip ediyor, akla hayale gelmeyecek ilginç tedavi yöntemleri uyguluyordu. Bu yöntemlerden en ilginci ise temizlik ayinleriydi. Şifacılara göre; insanoğlu banyo yaptıkça vücudundaki gözenekler açılıyor ve bu boşluklardan veba mikrobu deri yolu ile insana zuhur ediyordu. Yani bilim ve rasyonellikten uzak bu tedavi yöntemleriyle Kara Veba daha da etkili olmaya devam ediyordu. Yine Kutsal Kilise’nin onayı ile Şifacılar, şeytan çıkarma ayinleri tertip ediyordu. Şifacılara göre en büyük çözüm yolu ise karga maskeleri takmaktı.

 

Bir Umut Işığı

Yaklaşık bir asır kadar süren bu dehşetli günlerde Kutsal Kilise onlarca çözüm yolu üretmeye çalışmış ve her seferinde başarısız olmuştu. Başarısızlığın sonucunda ise insanlara karşı daha da vahşileşmişti. Engizisyon Mahkemeleri yeniden güç kazanmış ve yeni bir ölüm dalgası yaymaya başlamıştı. Bu dehşetten en az etkilenenler ise soylular olmuştu. En başından beri modern ilimlere meraklı ve Papa’ya karşı husumet besleyen soylu aileler şifa ayinleri düzenlemek yerine daha çok modern tedavi yöntemleri ile ilgilenmişti. Venedik’te bulunan ‘’Medici Ailesi’’ başta olmak üzere birçok soylu aile Kutsal Kilise’nin hükmüne karşı çıkmış ve evlerindeki kedileri yok etmemişti. Doğal olarak bu soylu aileler, veba kıyımından çok daha az etkilenmişti. Soylu ailelerin durumu ve Kutsal Kilise’nin yetersizliğini gören yerli halk ise içinde bulundukları bu vahim durumdan kurtulmak için daha akılcı yollar izlemeye başladı. Böylelikle Avrupa’da rasyonel düşüncenin doğuşu başladı.


Yorum Gönder

0 Yorumlar